22 Eylül 2011 Perşembe

Kafesimden çık.
Uçuşmamaya özen gösteriyorum bugünlerde. Zihnimi rahat bırakmayan karşı apartmanın boş katında güneşten kurumuş, kurumuş, kurumuş saksı çiçeği beni mahvediyor. Yeni güne karşı bütün heyecanımı kemiriyor. Arada bir kargaların bile uğramadığı, unutulmuş, ama bana kendini bir türlü unutturmayan  kahverengi binalar ve onarın kuru tahta pencereleri dünyanın bütün tahta kurularını davet ediyor sanki. Ve tahta kuruları davete katılınca pencereleri değil, eklemlerimi kemirecekler. Belki kokteyl de verirler şerefime.
Birkaç böcek, belki de tahta kurusu, beni bacaklarımdan yakalayıp karşı yamacın dibinde açtıkları kuyuya sarkıtmaya çalışınca tüylü bacaklarına tükürüp hepsini öldürdüm. Güneşin altında kuruyup fosilleşmelerindense, ıslak soğuk kuyunun içinde çürüyüp gitmelerinin beni daha mutlu edeceğine karar verdim. Ama bacaklardan hangisinden tutacağım konusu canımı sıktı. Hiç şansım yoktu, kılsız bir tek bacak bile göremedim. Onları sıcağın altında bıraktım. İçim rahat etmedi.
Kitapları masaların üstüne yaydım. Seçemiyorum. Bakalım hangisi beni seçecek?

16.07.2005

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder