22 Eylül 2011 Perşembe

sırasız bir sırayla


Bir kısır döngü içinde top oynuyorum sanki uzaklardan çemberin dışından gelen sese kulak kabartarak bu bir basketbol sahası değil çemberi bile yok pota saydığım on metrelik direğin burası bomboş bir devler ülkesi bir terledilmiş şehir ve belki de bir şato yuvarlak sivrilerek uzayan hiç bi köprüsü olmayan yeşil çimenli çayırlara sanal sözcükler uçuşuyor etrafımda müziğin olmayan sesinin ürpertisini hissederek geriniyorum aynı zamanda gerinmeyerek içimden ne geliyorsa onu yaptığımı "hissediyorum" sadece boynumda hiç bilmediğim erguvan renginde bir atkıyla hava sıcaklığı kırk derecenin üstündeyken kendi kendime satranç oynuyorum yenileceğimi bilmenin korkusuyla titrek bakışlar atarak tahtaya beynimle squash oynuyorum


Boynuzlar var masanın üstünde,her yerde beyaz ve bir sürü ve küçük salıncaklar var bir de hiç kimsenin sallanmadığı kumlarına şimdiye dek hiç kimsenin basmadığı bir büyük parkında hepsi büyük parkın önünden geçenlerin hepsi olgunlaşamadan düşmüşler duvarın gölgesinde büyüyemeyen ağacın en ince dallarından şimdi gölgeleriyle yarışıyorlar yarın sabah kalkamayacaklarından korakrak son gemiyi herkesten önce kaçırmak çabasındalar ve ben onları göremiyorum onlardan biri olmak zorunluluğu kulaklarımdaki çınlamayı dayanılmazlaştırıyor herkes biyerlerde ve ben biyerdeyim üşüyorum ceketim omzumda kolları kollarımın iki ynında yüüyorum trenin birden fırlayıvereceğini bildiğim rayların üzerinden düdük seslerinin yankılandığı tünele doğru bu gün varmalıyım oraya yumurta kapıya dayandı yarın çok geç olur yarın ağlarım yarın yine uyurum yarın seni severim yarın kalırım çıktığım yolculuktan ilk güneş seferiyle dönerim yarın yıkık kırık köprülerden geçerim düşe düşe zaman makinesi kitapları üst üste koyup zaman makinesi yaparım ortaçağa giderim telefon kulübesi bulur seni ararım ulaşılamaz der bilmediğim anlamadığım bir ses ulaşılamaz ona böyle o şimdi çok ilerde der çok uzakta yetişemezsin der yalnızlığım saçalarımı ağartır o an ve saçlarımın arasından sözcükler boşalır ter kılığına girip bilmediğim anlamadığım ses ter kokusu olur kendi kokum olur sonra bir güvercin uçururum ayağına beni bağlarım bulut koparırım bir tutam ve sararım onu bir duman çekerim cennete döner içim baldan gözyaşları akar gözümden bilincim akar kulaklarımdan kulaklarına beni bilirsin anlarsın o zaman ve bilikte oynadığımız filmin ortasına reklam koyulmasına izin vermezsin birlikte çizdiğimiz haritada çiçekli yollarda yuvarlanırız günaydın deriz umursamayan hayata ama hayat umursar bizi bizim hayatımız olduğundan ağlamayız renkleri yazarız alnımıza bir flüt çalıyorum şimdi sesin kokusunu takip etmeni diliyorum tanrıdan beni bulasın diye bir radyo kanalı ayarlayalım flütle çaldıklarımı beğenmezsen şöye hareketli bir parça ve bir parça da saati dudururuz yıllardır görmediğimiz lise arkadaşlarımızı da davet ederiz konuşacak bir şey bulamamak için bir parça alaturka ısmarlayalım bu gün var mısın güneşten tek ricamız bir paça içerleme de olabilir gidelim ve duralım orda bekleyelim neler görmek istemediğimizi sonra da ağlayalım bu kez şaşkınlık görelim terbiyesizlik yapalım içelim ne de olsa hayata biz hükmedeceğiz o malum gün “gelecek de bir gün gelecekse”lerle başlayan cümleler kuralım uzunu da olsun kısası da ezberleyelim bütün çocukları hiç biri darılmasın bize bizden başka masaların etrafında toplanıp düşmanlıklarımızı hatırlayalım bundan sonra ilelebet unutmak üzere ve hep birlikte koca dilimler halinde yiyelim pastayı üstüne daktiloda telefon numaraları yazdığımız sigara paketlerinden rehberler yapalım altın rehber diye yutturalım kuşlara sokakları anımsatan yüzlerimiz olsun gençken bile hiç çöl olmadan yaşayalım saçlarımızı kesmeden birden birbirimizin dikkatini ekiverelim beynimizin tarlalarına ne kadar sürer bu sabah ben samimiyim yalansa gözyaşımın melodileri yeni bir sayfa açmak ne kadar zor oysa her zorluğun ardından yeni bir sayfa açma kararıyla güneşin doğumunu bekleriz onun sancılarını karnımızda hissederek ve sergiler açarız insanlara karanlık köşelerde kısa haberler veririz kulaklarımıza ağladığımızn haberi ne çabuk yayılır kapı çarpılır kemiklerim acır sözlükleri karıştırırım yapraklarını koparırım annemi ararım ağladığımı bilir benden önce bir oynamam için verilmiş bir kuş gibi aynamı parçalamaya çalışırım dudaklarımla poe’dan şiirler okurum kimsenin anlayamayacağı seslerle bana bunu yakıştırırlar farkına varmadan söylemeden sandıktan güller fırlar herkesin suratına  benimkine dikenler batar dikenleri sevdiğimi zanneder insanlar beni kanatan dikenler anlar anılardan örnekler verip paylaşırım kendimle ve sıkılırım ruhumun ahengi bozulur çarklarımın arasına çiviler kaçar noktalar konulur ben konarım silerler korku filminin jeneriği yaparlar kopya ederler bayağılaşırım saklarlar saldıracaklar mı iyileştirecekler mi bilemezsin dedikodlar gerçeklerden daha çok kullanılır hediye paketi olarak paketleri hep açarız şişe çevirmece oynarız soyunuruz karşılığında izleyenler çıplaklığımızı arşınlar bizse utangaçlığımızı unutmaya çalışırız parıltıdan makyaj yaparız is karası suratımıza sular kesiktir.


Hadi,kalk oynayalım ben bütün yazdıklarımı kaybettim eğlenmek istiyorum bir kez olsun başarısızlığımı kutlamak istiyorum yerimden kalkmak istemiyorum oturarak oynasak vazgeçsek yine yeni kararlarımızdan kuşun yemini yenilesek ve onu kafesten kaçırsak bilerek yalancı olsak şaşırsak üzülsek sonra da aşık olsak sen ben yabancı siz biz yabancılar hadi kalk aşık olalım yeni gözyaşları dökelim ve yanıbaşımızdailerin kavgalarını dinleyelim bizimle olan gelip gidenleri özleyelim zirveye tırmanamadan itelim birbirimizi kalabalığı arttıralım laflarımızla sonra cinlerimize masallar okuyalım onlar ağlarken kaçıp gitmek için

Telefonla konuşurken elimin altında tembelce durması beni rahatsız eden küçük anlamsız matbaa artığı mavi kağıtlara yıldızlar çiçekler geometrik şekiller çizerken buluyorum kendimi her şeklin farklı şeyleri ifade ettiğini düşünmek bile tüylerimi diken diken ediyor şimdiye kadar hiç değer vermediğim mavi kağıtlara anlamlar yüklemeye uğraşıyorum anlamsız bir çabayla kendimi yorarak ama benim telefonumun yanında o kare kare kesilmiş kağıtlardan yok benim asıl ilgilendiğim beyin pirzolası bu daha çok ilgimi çekiyor kağıtlardan beyin pirzolası ve üstünde esneyerek gezinen bir kedi hayat bundan ibaret işte bunun gibi bir çok kareden fotoğraflardan oluşturuyoruz hayatımızı negatifleri yok bizi mutsuz edemeyecek kadar da siyah-beyaz değiller unuttuğum bir anın negatifini istiyorum kimden tek başıma ördüğüm örümcek ağlarına takılıyor bacağım yalpalıyorum ne çok hayvan kullanıyorum bilinçsizce bileklei kesilmiş hayvanlar olduğumuz gerçeğinden mi bu ölmüş hayvanlar yaşamlarının tüm gerçekliğini ve içgüdüselliğini kanlarının son damlasıyla belki de damarlarından çıkmadan kuruyan kanlarının son damlasıyla kaybedecek olan hayvanlar hayvanlar benden sıkıldı öteki kim öteki ben kitapların içinde kendimi unuttum öteki ben kitapların içinde kendimi unuttum hani bazen okuduğumuz bir kitap bize ırmağın tatlı akıntısına kapıldığımız hissini verir de bir diğeri fırtınalardan bıkmış bir hortumun içine kısılmışız gibi hissettirir ya bana ikincisi oluyor hep sözcükleri çözümlemeye çalışırken satır aralarında boğulup gidiyorum kitap beni umursamıyor bile ve çok üşüdüğüm akşamlar kitapların kucağına bırakmıyorum artık kendimi kaçak kullandığım elektriğin verdiği rahatlıkla elektrik sobasını açıyorum artık uyuyakalıp sobanın devrilmesi halinde çıkabilecek yangında ölebilme ihtimali hiç umrumda değil hele hele şofbeni hiç umursamıyorum gaz kaçağından ölen onca insan varken benim ölümüm nasıl bir spekülasyon yaratabilir ki diğerleri hep bundan korkuyorlar yani güzel bir rüyanın ortasında ölmekten aslında benim tek istediğim de bu acı çekmekten korkuyorum ölümün bana doğarken verdiği ödev yaşamak zayıf almamalıyım şimdi çalışmaya gidiyorum hayata

Canım çay içmek istiyor çok sıcak bu gün hiç olmadığım kadar verimsiz hissettim kendimi ve etrafımda uçuşan sinekleri görmezden geldim arkamdan gelen lösemili kılığına girmiş bir dilenci ona para vermedim sonra da onun gerçek bir lösemili olmasından korktum kendimden utandım beynim yarılıncaya kadar parmaklarım sararıncaya kadar sigara içtim sigara kalmadı uykum öyle çok gelmeli ki şimdi sigarayı untmalıyım öyle çok uyumalıyım ki şimdi uyandığımda sigarayı hatırlamamalıyım çünkü biliyorum ki uyandıktan en fazla beş saat sonra sigaram yine biticek ama ben uyumak istemiyorum uyumaktan bıktım yıllardır doksan yaşında bir ninenin doksan yıldır uyuduğu uykunun iki katını uyudum ve artık göz kapaklarım aralarına kibrit çöpleri sıkıştırılmış gibi onları çıkarıp atmak istemiyorum hiç gözlerim açık derin bir uykumsu çekmek istiyorum kendime uykumsumdan çığlıklar atarak uyanmak istiyorum kabus olmayan kabusumsular görmek istiyorum tam olarak düşündüklerimiz olmayan şeylerin nasıl olacağını merak ediyorum tanımadığım ya da  tanıdığım her duyguyu yarım yamalak yaşamak istiyorum eğer kendimi farklı hissettirecekse ve farinelli’yi “el casrato”yu tanımak istiyorum sesini hissetmek istiyorum daha doğrusu nasıl hissedebileceğimi öğrenmek istiyorum nasıl hissedilir bunun bir tarifi var mıdır yemek tarifi kitapları gibi kitabı yazılabilir mi yazılabilseydi başucu kitabım olurdu sonra da kendimden iğrenirdim duyguları bile ayak altına alabildiğim için bir tahta taburenin üstüne oturup ağlamak istiyorum şimdi neden bir tahta tabure daha samimi geldi bir anda daha duygulu olamadığım benden bile daha gerçek ve şimdi bir tahta tabure bulmamın imkansızlğıyla daha pembe bir rüya yanıbaşımda duran birini hissediyorum ellerinde mektuplar hepsinin pulu kesilmiş bir pul koleksiyonu yapıyor olmalı pul defterleriyle dolu bir kitaplığı da vardır ve pulları savaş yapıyorlardır geceleri bunu bir kitapta okumuştum küçükken benim de pullarım vardı ve onların da savaşmasından korktum sonra onları ne yaptığımı hatırlamıyorum hatırlamak istemediğim mektuplara yapıştırmış olabilirim hatırlamak istemediğim birine göndermiş olabilirim kendimden nefret etmiş olabilirim alnına bir pul yapıştırıp olmayan ülkelere göndermek istediğim öyle çok insan var ki herkesten ve her şeyden nefret ediyorum bazen ve o “bazen”lerde “en nefret ettiklerimden biri” lafını kullanmam gerektiği zaman “her şeyin bir parçası” demek daha mantıklı geliyor bana diyemiyorum anlaşılamamaktan korkarak ve elime bir lastik alıp parmağıma takarak sapan yapıyorum kendime sözcükleri fırlatıyorum karşımdakinin suratına-canını acıtmak istiyorum- ama onun suratından sekip benimkine yapışıyor ve kanımı emmeye başlıyor bir denizanası gibi canımı acıtıyorlar ama o kadar güzel görünüyorlar ki gözüme beyaz saydam bir çelik gibi saf gibi kitap kokusunu özlüyorum o zaman da açtığım sayfalardan yüzüme fışkıran - karanlıktan birden aydınlığa çıktığımızda gözlerimizi kamaştıran parıltı gibi - gözlerimi kamaştıran sözcükleri özlüyorum sanki asla açıp okuyamayacakmışım gibi ama sen beynimi bir in sandın karanlık yosun kokulu ben karanlıktan korkarım ve yosun kokusunu da  severim  denizi hatırlatır bana ben deniz gören bi yerde yaşadım yıllarca -şimdi kasaba bozması bir şehir olmaya çalışan- (şimdi birileri arkamda komite oluşturuverdiler “mutsuz kadınlar komitesi” ilk toplantısına başladı birbirlerine olan ve olmayan sevgililerine yazdıkları şiirimsi mektumları okuyorlar ben de okumak istiyorum böyle bir şeyi hiç yazmamış olsam da) o kasabayı özleyemiyorum bu günlerde hiç yaşayamadım annemin unutmak istemediği gençliğinin fotoğraflarında yaşamaya çalışıyorum sadece şimdi şımarık zengin bir kız gibi tanınmak istemesi onu ölüme sürüklüyor farkında değil insanlar kızlığını alıp fırlatıverecekler karanlık bir köşeye ve yeni bakireler arayışına girecekler dönüp ona son baktığımda dileniyor olucak tanrıdan yeniden bakireliği için ne yani o bir orospu değil ki altın sesi alınmış bir bülbül yalnızca        



muşmula suratlı yaşlılar kumpanyasını izlemeye geldim dünyaya.
her yanım düzyazılı hayatlarla çepeçevrili,
başlarında beyinlere sarkıtılmış huniler,
ayaklarına kayalar bağlamış köprüyü adımlıyorlar.
gördükleri her hayvanı yabani ver her insanı canlı zannederek
yanılmışlardır doğduklarından beri.
ve annelerini üzmemişlerdir yaramaz olmamak için.
silahlar vardı hep avuçlarında ,
korktukları tabancalar değil kurşun askerlerdi.
kurşun askerler kurşunlardan daha acımasız olduklarından.
“senin bi yüreğin var mı” dedi çocuk
“masalda prensesin yüreğini çıkarmak istiyolardı da”
“ benim kalbim var” dedi adam
“ heyecana gelemem”
“ benim de bi yüreğim olsa da o kadar değerli olsam” dedi çocuk .
kırlarda heidi değildi ve bir şatoya kapatılmış rapunzel hiç değil.
kollarını açtığında
papatyaların ve oyuncakların fışkırabileceği bir sevimli cadı,
duvarların içinden geçebilen bir sevimli hayalet de değilidi ki
değerli bir yüreği olsun.
zaten yaşlı adamın da hiç umrunda değildi yürekli ya da kalpli olmak
çünkü heyecanı sevmezdi yaşlı adam.
müzik dinlemez -laf da-
şarkı söylemez -selam da-
resim yapmaz -pasta da-
ve yaşamazdı yıllarca yaşlarca
yaşadığı anlarca
bu hep böyle yaşanabilmek istenmemişti
oysaki ben bir muşmula surat gördüm
ölüyordu
ben bir sevimsiz adam gördüm
gülüyordu
ben bir yürek göremedim aynada
oysa yıllardır bakarım
olta atarım
bayat ekmekleri serpiştiririm
balıklar gelmez
yüreğim yok, kandıramam kimseyi bir prensesim diye
bir ceylan bulunamaz ormanda sıcak yüreğini kesip kanını içmek istersek
bir de beni bulamazlar
aynadan sildim kendimi
kolay oldu, yüreğim yok ya ondan.


belki de bu kadar yalnız olmamalıydık
bu kadar soğuk olmasaydı kışlar ilkbahar özentileri olmazdık
yazları sıcak ve kurak kışları soğuk ve yağışlı geçen coğrafya derslerini daha çok sevebilirdik
göçmenler olsaydık ya da sevimli şempanzeler
bir şişe suyun içine düşmüş bir tek zeytin
ya da dalı.

29.07.2000

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder