22 Eylül 2011 Perşembe

leylek soyu


Gitmedim ve gelmiyorum bayağılık benim bir kaşık çorbam oldu çok sıcak ocakta düdüklünün sesini duyuyor ve sıkılıyorum beni bir saksıya koydular saksı bana büyük geldi bedenlerimiz karışmış ve başımız ağırlaşmış saatimi sattım zamanı durdurdum kendim için zaman seni beklemedi ben geride kaldım yalan makinesi bir şekerle kandırdı beni sınavlar bitti beynimin tarlalarında sokaklarda tavus kuşları zümrüdüankaları dövüyordu ben görmedim sen karışmadın bir şeyden haberimiz olmadı geleceğe mektup attık pulunu yaladık yapıştırdık gönderen adresini vermedi gideceği yere ulaşamadı geride kalmıştık geçmişte betimlemiştik geleceği gerçek gelecekte beynimiz sulanmıştı mektubu unuttuk sulara karıştı  karıştırdık beynimizi bir kaşıkla sonra da daha devam edemedik bu bir mektup değildi ağlamamamıştık sellere karışmamıştık elektrikler kesilmemişti paramız yoktu ben bir trene bindim sen beni bir çift ayakkabıyla terk ettin oysa seni hiç görmemiştim parçacıklarına değmemiştim sarıkızı beslememiş sağmamamış doğurtmamıştım  tatilleri uçarak kayarak bizi kandıran kuyrukluyıldızlarda yapmayı hayal etmemiştik eskide kalınca gözlerimiz de tozlanmıştı eskileri hiç göremedik kıvrımlarımızın içi yalanlarla dolmuştu kirli gözükmüyorduk zorunluluklarımız bizi ağlatmıyordu çünkü tek zorunluluğumuz tabağımızdakini bitirip erken yatmak ve öğretmenlerimize dil çıkarmamaktı yaşımız altıydı bir yetmiş boyunda öküzlerdik ne trene bakmasını bilirdik ne treni görmesini ne aşık olmasını bilirdik ne de olmamasını ben bozuldum evden kaçtım artık altı yaşında ve bir yetmiş boyunda değilim artık kırk santimlik bebeklerdik leylekler yollarını şaşırıp kış ortasında cami avlusuna doğurmuşlardı bizi sakallı amcalar terkedilmiş sandılar bizi çaya bırakıp annelere yolladılar leylektik aslında burnumuzu her şeye sokmuştuk uzunduk bacaklarımız her yere yetişebilecek kadar uzundu, hantaldık bizi çaydan almışlardı çayı severdik masraflıydık çok çay içmekten kararmıştık alıştıkça hızlanmıyor yavaşlıyorduk daha uzun sürüyorduk sürdürüyorduk  şarap içtiğimizi kimselere göstermedik kutsaldı herkese göre değildi biz insanların yetiştirdiği leyleklerdik acıkırdık beynimiz göçerdi biz kalırdık kaldığımız yer bizi üşütürdü kimse üstümüzü örterdi kol kanat germezdi burunlarımız uzun gaga, ayaklarımız uzun leylek ayağı, bedenlerimiz az kıllıydı bizi bozmuşlardı boyamışlardı yaşlandıkça leylekçeye yakınlaşıyoruz diye renk atıyoruz diye eski duvarlara badanayla makyaj yapıyorlarmış gibi bizi boyuyorlardı eskidikçe öz oluyorduk kabuğu atıp biz kalıyorduk özlemler parmağımı kasıyor ve play tuşundan çekemiyorum elimi bir tanem iki tanem üç tanem boz tanem gel tanem salkım tanem
12,05,2000
tanelerimi düşürüyordum yuvarlanıp kapının altından sokağa kaçıyorlardı ekvator ülkesinde değildik sağımızda solumuzda adını bilmediğimiz ağaçlar yoktu kendi ormanlarımızın kuşlarını besliyorduk kendi ağacımızın tarzanı oluyorduk seviniyorduk üzülebilemiyorduk bizi anlayan hayvanlarımız vardı biz onları anlayabilemesek de onlar bizim bağırdığımızı acıktığımızı anlıyorlardı sabah kahvaltısında 1,2,3,4,5,6
salak yiyorduk yetmiyordu karalar bağlamayı bilmiyorduk sanat için yemekler veriyor içkiler içiyorduk nerde  olduğumuzu anlayamıyor,  anlatamıyor olduğumuzdan yakınıyorduk

11.05.2000

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder