22 Eylül 2011 Perşembe

mübalağasız sonbahar

Eskimişim, atın beni. Kaldığım yerden devam. Hiç mübalağa yok. Ayağımda 2 aydan fazladır giymeyi beklediğim yağmur çizmelerim (Temmuz'da aldım), hırkam ve yeni siyah elbisemle sonbahara ve hemen ardından kışa hazırım. Hemen gelsinler, üşüyelim, kat kat giyinelim, sıcak kupaları elimize alalım, çorbalar dilimizi yaksın istiyorum.
Sonra frene yükleniyorum çok kuvvetli bir şekilde ve geçmesin, diyorum. Geçmesin. 30 geçmesin, 20'ler gitmesindeki gibi. Geliyor ve gidiyor ama. Ayağına yapışasın geliyor yılların, sakız gibi. Yapışayım da beni fark edene kadar ezile uzaya gideyim onunla. Ne kadar gittiğim, nereye gittiğim önemli olmaz ki böylece. İstediğim kadar sonbahar, istediğim kadar kış, istediğim kadar yüz, istediğim kadar otuz. 
Hep bugün, hep yarın olabilir. Tamam yani çok imkansız şeyler hayalini kurduklarım ama şimdi bir düşün... Yıldız Parkı'na gitmişsin, ya da Yıldız'a, parka falan değil, herhangi bir yere gitmişsin. Ağaçların çok olduğu bir yer. Uzun ağaçlar, kısa ağaçlar, cüce ağaçlar, fidanlar... Sen nasıl istersen. Sırt üstü yere uzanmışsın. Altına ister bir battaniye sermiş ol, ister bir dünya. Gözlerin yukarıya bakıyor. Ağaçların uzayıp giden dalları ve dökülmek üzere sallanan yaprakları arasından gökyüzüne doğru. Sanki gökyüzü de seni görüyor. Bulutlar parmaklarıyla seni gösteriyor birbirlerine. Yapraklar sana doğru dökülüyor. Yağmur sana doğru yağıyor. İstersen kendine bir müzik bile seçebilirsin. İstersen toprağın altından, çok sıcak bir yerden gelir müzik, istersen uzaklardan, ağaçların bile arkasından, istersen buluttan, yağmurdan, beyaz kış ışığından, istersen kafanın içinden, istersen kendi gırtlağından. 
Oracıkta, sırtının toprağa kavuştuğu, gözünün gökle birleştiği o yerde zaman ilerlemeyecek. Kalkıp gitmek, kalmak, gelmek kavramları anlamsız olacak. O an yalnızca baktığın şey var orada. Sonbahar  var. Sonbaharın ayağına yapışıyorsun sakız gibi. Uzuyorsun, uzuyorsun, uzuyorsun. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder