11 Ekim 2011 Salı

şimdi, hemen

ellerimi bir çeksem kendimden...

tam da bugün

'Bugün', birleşik yazılır. Yarınla da, dünle de.

ben

Pöf. Üzgün olmak, ne tuhaf duygu. Üzgünüm ben.

0-30

Ne işe yarayacağını düşünmeden almadım tabi bu defteri. İçine çocukluğumuzu çizeyim istedim. Çocukluğumuzu yazayım. Tarif edeyim. Çocukluğumuzun kokularını hatırlayayım. Giydiğim elbisemin desenini, boynumdan hiç çıkarmadığım mavi boncuklu kolyeyi, bileziklerimi, kesip biçip bir türlü dikmediğim kumaşları, uğruna Maya ile saç saça, baş başa kavga ettiğimiz küpeleri, kardeşlerimiz doğduktan sonra harçlıklarımızla çarşıdaki eczaneden -kendimiz için- aldığımız biberon ve emzikleri, babamın sigaralarından aşırıp ilk sigarayı denediğimiz günü, ananemin böreklerini, dayımı, bizim için dikilen şalvarlarımızı, Zarife Yenge'yi, Hüseyin Dede'yi, hiç görmediğim ve hatırlamadığım dedelerimi, renkli çizmelerimizi, harımı, Kara Nine'yi, Gırnason Nine'yi, sobayı, adımın yazıldığı ocağı, babamı, babannemi, Oma'yı, vosvos minibüse doluşup denize gidişimizi, dayımla gittğimiz mendirekten kayalıklardaki deniz kestanelerine basmadan yüzme öğrenişimizi, tekne Maya'yı, kedilerimi, köpeklerimizi, annemin mutsuzluğunu, kayıpları, terkedip gidenleri, taşınıp gidenleri, küsüp gidenleri, kaybolup gidenleri, yenileri, gelenleri, ansızın gelenleri, hoş gelenleri, iyi ki gelenleri, tuhaf gelenleri... 
Dışı siyah, içi beyaz deftere tüm bunları yaza çize sayfalarını bitirmek niyetindeyim. 

10 Ekim 2011 Pazartesi

Hatırlamak - Monolog

- Ne güzeldi!
- Ne güzeldi?
- Ne, güzeldi.

Hihi ve Adem


Cumartesi gecesi bahçede, demir kapının hemen yakınında, sonbaharın döktüğü koca sarı yaprakların arasında, apartmanın gri gölgesinde bir kirpiye rastladım. Benimle konuşmadı. Ben orada değilmişim gibi davrandı. Hatta aslında kendisi orada değilmiş gibi... Belki de böylesi daha iyi oldu. Merhabalaşsaydık da ilişkimiz bahçeden öteye geçemeyecekti. Ama beni çok güldürdü gece gece. Görünmeme çabasıyla hareketsiz durmasıyla sessiz köşkün etrafını "hihihi, hihihih" diye çın çın çınlattım. Bu nedenle adını Hihi koydum. Hihi'yi bir daha görebilecek miyim, bilmiyorum. Kirpilerle olan ilişkim hep tek gecelik çünkü. Önceki evimin bahçesinde de bir gece yine apartmanın gölgesine saklanmış, hareket etmediği için görünmediğini zanneden koca gövdeli bir kirpiye rastlamıştım. Onu da bir daha görmedim. Nereden gelip nereye gittikleri hakkında hiç fikrim yok. Kirpi, sanki yalnızca yılda bir-iki defa beliren, görünüveren bir yaratık benim hayatımda. Belki de cisimsizdir. Yalnızca vizyon olarak karşıma çıkıyordur, kim bilir... 

Kirpinin insanda uyandırdığı his de sonbaharın hissettirdiğine benzer, değil mi? Ürperiyor insan, tedirgin oluyor ama bir yandan da huzurlu gibi. Kirpi arkadaşım olsa, hiç konuşmadan saatlerce otururduk sanırım. Ya da bütün bir günü beş-altı cümle ile -birbirimizin yüzünde de pek bakmadan, utana sıkıla, ama birbirimize kıymet verdiğimiz bilerek- geçirirdik. 
Hani hiç konuşulmayan rakı sofraları vardır ya, şarkı söyleyen kadın ve adamlar konuşur yalnızca, masadaki iki kişi rakısını içer ağır ağır. Birbirlerine bakmazlar. Masaya, yana, aşağıya ve yukarıya bakarlar. İşte o iki kişiden biri kirpidir. Bu masaya çok yakışır kirpi. Karşısında karga oturur. Kirpi Hihi ile Karga Adem birlikte hiç konuşmadan bütün dünyayı, hayatın anlamını, aşk acılarımızı, hastalıklarımızı, savaşları, uzak kıtalardaki çocukları, şairleri, denizcileri, eline silah tutuşturulan askerleri anlar ve susarlar. Hihi ile Adem, dünyayı bilir. Biri altını, biri üstünü. 

6 Ekim 2011 Perşembe

*


Dorların, Karyalıların, Leleglerin, Halikarnasosluların, Romalıların, Bizanslıların ve Türklerin torunları;
Beş bin yıldır üzerinde yaşadığınız, kupkuru incir ağacına bal, alme çalısına rayiha katan bu topraklar, tuzlu sularında hayat bulduğunuz denizler, taşlardan oyulmuş dağlar size emanet.
Ben çok gezdim. Medeniyetlerin topraklarını arşınladım. Çok savaş gördüm, barışı özleten. Çok yenilgiye, çok zafere tanıklık ettim. Gördüklerimi bir bir anlattım size.
2500 yıldan beri kimi bana yalancı dedi, kimi hikayeci. Hakikat, yazdığım savaşlarda akan kanlarda, güneşin aydınlığından mahrum kalmış köşelerde gizli.  Bana düşen onları yazmaktı.
Şimdi çocuklarınızı, torunlarınızı karşınıza alın ve anlatın onlara. Dün bitti, yazıldı. Bugün ise yazılmaya muhtaç.

*Heredot bunu söyleyebilirdi bugün. 

5 Ekim 2011 Çarşamba

tahinli kurabiye - deneme

'Akude dev kampanya' diye kocaman sari kirli bir brandanin uzerine yazmislar. Kirmizi plastik harflerle. Sagindaki, solundaki ve devamindaki onlarca dukkanin yanip sonen kirmizi, mavi, sari, beyaz isiklari onunde onlarca insan bekliyor. O kalabaligin icinde bekledikleri sey onlari kalabaliklarla birlikte evlerine goturecek, neon isiklarla ve karadeniz futbol takimlarinin bayraklariyla suslu minibusler. Minibusler 2'ye ayriliyor. Sabir boncuklariyla suslu olanlar, havlularla kaplanmis olanlar. Kimisinde plastik guller de var. Acaba esleri, kizlari, anneleri filan mi seciyor bunlari, yoksa kendileri mi? Her 2 durumda da evlerini andirdigini dusunuyorum sofor mahalinin. Evdeki hayalperest ve umutlu kadinlar tarafindan yapilan danteller, igne oyalari, kurdele isleri, kirk yamalar, kanaviceler, beyaz isler... Evlerdeki koku ve goruntu hep ayni. Birbirini olumlar nitelikte. Temiz, duzenli. Aniden cikip gelen dunyanin en muhim insani da olsa asla mahcup olunmaz. Halilar arap sabunlariyla silindi. Kirlentler mis gibi kokuyor. Zerre toz bulamazsin. Mutfakta sabahtan pisen ve her zamanki gibi tanri misafirleri de dusunulerek hazirlanmis yemekler emaye tencerelerde. Pilav tenceresinin cam kapagi hala buğulu. Dun sabah yapilan portakalli kurabiyeler -hani su bayatlamayanlardan-teyzenin tarifi. O da gorumcesinden almis. Kiyir kiyir oluyor. Yalniz evin annesi bir tatli kasigi da tahin koyuyor icine. Kimse bilmiyor. Annenin kurabiyesi, tarifin asil sahipleri karsisinda gizli bir silah gibi.