25 Haziran 2011 Cumartesi

25'ten sonra saymak kısmet olmadı!

Ben o zaman 17 yaşındaydım. İstanbul'a yeni gelmiştim. Aylin 18'indeydi. Benden yalnızca bir yaş büyüktü, ama bir yıl uzuuun bir zaman dilimiydi. Bazen geçmek bilmezdi. Yeni yılı, bayram tatilini, yazı, baharı, yemeğin pişmesini, kahvenin kaynamasını... Bekler dururdun. O yüzden 1 yıl büyük bir yaş farkıydı. 


Tanıştığımız yıl Aylin yaş bunalımına girdi. 18 olduğu için sırtına çıkan yük önümüzde bizi bekleyen yılların nasıl geçeceğini mi haber veriyordu ona neydi bilmiyorum ama o erkenden yaş bunalımına girerek iyi etmişti. Şimdi anlayabiliyorum bunu. Bense o zaman yalnızca 17 olduğum için beni bekleyenin farkında değildim. O zaman sadece kahkahalarla gülüyorduk 18'lik bunalımlının haline. Bence durumu harikaydı. Ben hala annemden gizli tuvalete bile gitmezken o çok özgür görünüyordu. Ben barın kapısındaki dar tişörtlü koca göğüslü adamla nasıl olsa günün birinde 18'imi dolduracağım konusunda münakaşa ederken, o nüfus cüzdanını uzaktan sallayıp içeri girebiliyordu. Daha gözlerinin kenarında kaz ayağı kırışıklıkları çıkmamış, saçlarını beyazları saklamak için değil ergenlik sancılarını daha kolay atlatmak için boyayan, en büyük sorunlarını Beşiktaş'taki eski iskelenin dibindeki çay bahçesinde, Taksim'de ucuz bira satan barda, konserde ya da öğrenci evlerinde çözmeye çalışan insanlardık. Sevgililerimizle evlilik hayalleri kurmak için çok erkendi, en uzun vadeli planlarımızı ders çıkışına göre yapıyorduk. En parasız zamanımızda bile içki ve sigaraya yetecek kadar paramız oluyordu. Kürt böreği, kır pidesi ve ponçik yiyor, okulun karşısındaki kahvehanede yeşil masa örtülerinin üzerinde oyun oynuyorduk mahallelinin bakışları arasında ve bunu yaparken sinsice bir haz alıyorduk. Özel üniversitede okuyor oluşumuzu örtbas etmeye çalışıyorduk benzeri yöntemlerle. 


Ama tabi her zaman bu hızda ilerlemiyormuş yaşam. Bazen kısa bir süreliğine hızlanıyor, sonra tekrar yavaşlıyor, sonra günün birinde öyle bir hız kazanıyor ki asla yetmiyor, yetişmiyormuş. 


18 yaşımı büyük bir coşkuyla kutlarken hayalini kurduğum özgürlüğün ve elde ettiğim hakların sınırları yoktu. Oy kullanabilecek, evden izin almadan istediğim gibi gezip tozacak, ciddiye alınacak, sayılacak, saygı duyulacak, birey olacaktım


20. yaşımı kutlarken de aynı şeyleri hissetmiştim sanırım. 17 ile 18 arasında bir fark bulamamış, 19'da da hüsrana uğramış ve bütün umutlarımı 20'ye bağlamıştım. En büyük düşmanım zaman zaman gözüme Kenan Evren'den farklı görünmeyen, özgürlüğüme, fikirlerime darbeler yapan babamdı. O da yaptığı her şeyi demokrasi uğruna yapıyordu. Sonra zamanla birbirimizi baba-kız olmak, aynı topraklarda bir arada yaşamak, ayrı fikirlere sahip olmak ve buna benzer pek çok hassas konuda bazen demokratik olmayan yöntemlerle eğitimden geçirdik. 


Bir gün birden, nasıl olduğunu asla anlayamadığım, hatırlayamadığım, yavaşlatamadığım, müdahale edemediğim bir hızla 20'lerin sonlarında buldum kendimi. Hala babamla demokrasi mücadelemiz devam ediyordu. Bazen omuz omuza veriyorduk savaşı, bazen karşı karşıya...


Bugünkü durumum ise işte tüm bu süreç sonunda olağan karşılanabilir sanırım. Yaklaşık dokuz aydır 30'uncu ve en tuhafıncı yaşımı nasıl karşılayacağımı planlıyorum. Buna nasıl planlamak denirse artık... 25'ten sonra ileriye doğru saymaya fırsatım olmadı. Şimdi 30 için geri sayıyorum. Son 49 gün, yazıyla kırk dokuz. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder