13 Nisan 2012 Cuma

neredeyse (çok mu ayıp) 31 (yazıyla otuz bir)

Çok mu ayıp, azıcık mı? Şu kadarcık mı?
Burada sağ elimin işaret parmağımın ilk boğumunun üstten 4 mm aşağısına dayadığım, başparmağımı sana uzatıyorum.
Oysa 'ayıp' diye bir şey yoktu, değil mi? Karanlık ve aydınlık kadar sıradandı zevk. 'Ben', çağdaş neondertal, biraz önce sana zevkten bahsettim. Kendi zevkimden. Tek başıma zevkimden. Yazın gelmesiyle ilgisi yok bunun, bahar olmasıyla, kışın geçmesiyle, yağmurun ıslatmasıyla, gri bulutların tekdüzeliğiyle, gölgelerin sıkıcılığıyla... İlgisi yok. Sen yoksun. Ben de yokum.
Defalarca aynı şarkıyı dinleyip de ayılmayan biri var. Çöp atmaya çıkan başka biri. Dolunay ne zamandı, diye düşünen bir başkası...
Sulanmadan yaşamaya alışkın çiçeklerin solduğu bir gerçek şimdi. Evde yoksan, evde yoksun. Yazın İstanbul su sıkıntısı çekecek mi, Türkiye Suriye'ye saldırır mı, saldırsın mı, neden salsırsın? Hatırladığınız barış şarkıları neler? Bursa'nın meşhur yiyeceği nedir? Cumuriyet ne zaman ilan edildi? Atatürk diktatör müydü?
Nasılsın? Seni çok özledim.
3 yaşımın dertsizliğini de çok özledim. Yaşım otuz bir. Henüz.
3 yaşımın hediyelerini. Denizden çıkınca ağzıma dayadıkları suyu, kalpli güneş gözlüklerini...
Özlemek çok güzel, gelsene.
Özlemek çok zor aslında. Sen yine de gel. Evdeyim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder